Salı, Eylül 08, 2009

Benim Babam

Prof.Dr.Kemal Sayar
Psikiyatri Uzmanı

Onüç Aralık İkibinyedi. O sabah, sevgili babacığım Nuri
Sayar'ı, bir hastane odasında kaybettim. O güzeller güzeli babayı, o
çalışkan, o hep vermiş ama hiç istememiş, o hayat dolu insanı
kaybettim. Onu hastaneden çıkarmaya hazırlanırken, hiç beklenmedik bir
anda, birlikte yaşanacak güzel günlerin düşünü kurarken kaybettim.
İçim acıyor. İnsanın sevdiğinin ölümüyle baş etmesi ne kadar zormuş.

"Göz yaşarır. Kalp hüzünlenir." Hz. Peygamber kaybettiği
oğlunun ardından ağlarken "Sen peygambersin, sen de mi ağlıyorsun?"
diyenlere böyle cevap vermişti. Oğluna söyle sesleniyordu: "Ey
İbrahim, önde gidenlerin sonda gidenlere kavuşmayacağını bilseydik
hüznümüzün bir nihayeti olmazdı. Ama yine de üzülüyoruz." Babacığımın
tabutunu çevreleyen o yeşil çuhanın üzerindeki ayet-i kerime ecelden
haber veriyor. Her varlık bir ecelle doğuyor. Ecel vakti geldiğinde o
"ne bir saat öne alınabilir, ne de ertelenebilir."

Ama yine de üzülüyorum. O iyilik insanının, o fedakâr
babacığın, o "Torunlarıma daha doyamadım" diyen ve sadece bize ve
torunlarına bir şeyler daha verebilmek için yaşamak isteyen güzel
insanın ardından ağlıyorum. Eş, dost, komşular taziye ziyaretlerine
geliyor. Ondan hep gül kokuları, temiz bir Anadolu evladının ardından
söylenebilecek en güzel sözlerle bahsediyor. Benim babam haram lokma
yememeyi, kul hakkına girmemeyi, çalışmayı, kalp kırmamayı önemseyen
bir insandı. Benim ruhumda bıraktığı o derin izler için ona borcumu
nasıl ödeyebilirim?

İşte bu sabah, her sabah olduğu gibi torunlarını görmeye
gelemedi. Sokağa çıktığımda iki sokak ötede oturan babamla
karşılaşmayacağım. Akşam eve geldiğimde dışarıda onun ayakkabılarını
görüp içimi bir huzur ve emniyet duygusu sarmayacak. Sırtımı dayadığım
o büyük duvar yok artık. Babamın serazat oğluydum, hiç de büyümeye
niyetim yoktu. Onun ölümüyle bir gecede büyüdüm.

Ah bilebilseydim bu ecel vaktini! Ona daha çok hizmet
etmez miydim? Onunla baş başa uzun konuşmalara girişmez miydim? Onunla
bir oğlan çocuğu ve babası olarak değil de, iki erkek gibi uzun uzun
iç dünyalarımızdan konuşmaz mıydık? Vefat edebileceğine hiç ama hiç
ihtimal vermeden onu bir ameliyata gönderdim. İstiyordum ki, kanser
hücrelerini savalım da yine birlikte huzur içinde, torunlarının da
neşesiyle sarmalanmış olarak hayatımıza devam edelim. Güzel geçen bir
ameliyatın ardından, tam da biz seviniyorken, bir pıhtı babacığımın
ölümüne sebep oldu. Bir sebep mutlaka olacaktı. Kadere iman ediyorum.
Bir doktor olarak "Başka ne yapabilirdik?" sorusu ruhumu tırmalıyor,
bazı geceler beni yara bere içinde bırakıyor olsa da, imdadına inancım
yetişiyor. "Oğlum, hakkını helal et" demişti son akşamında. "O nasıl
söz baba?" dedim. "Asıl sen hakkını helal et." Üstelik hastanedesin,
emniyet içinde." Takdir Hüda'nındır. Biz her şeyi kontrol edemiyoruz.
Ecel saati gelmişse, mutlaka bir sebep oluyor.

Benim babam meleklerin kanatlarına binerek öte alemlere
gitti. Hayatı veren Yüce Allah, onun için bir ecel takdir etmişti ve
bu gerçekleşti. Babamı bu kadar çok sevdiğim için ve bütün ailesi
olarak onun tarafından bu kadar çok sevildiğimiz için, bize bahşettiği
bu mutluluk için Allah'ımıza hamd ediyoruz.

Babalarımızın ölümü biraz da bizim ölümümüzdür. Hayat şu
an bana çok boş ve beyhude görünüyor. Hırslar, kızgınlıklar, öfkeler...
Anne ve babalarımızı el üstünde tutmamız gerek. Şu an her şeyimi
babamla geçirilecek fazladan bir zaman için bağışlayabilirdim. Demek
ki, maddi olan manevi olanı satın alamıyor. Demek ki, hayatın özünü
maddi olanla değiş tokuş edilemeyen değerler oluşturuyor.

Babacığım! Allah'tan geldik ve O'na döneceğiz. Ben seni
çok sevdim. Seni tanıyan herkes seni çok sevdi. Allah'ın rahmeti
üzerine olsun. Dilerim, hayatı ve ölümü bize veren Rabbimizin
cennetinde buluşuruz..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder